Kitapları

yeni kitap

Mustafa Ulusoy, Bir Kere Daha Son'da, kendine has üslubuyla okuyucularına yeni bir okuma deneyiminin kapılarını açıyor. Her deneyimin bir son, her sonun da bir başlangıç olduğunu filmlerden edebiyata, gündelik hayattan insan ilişkilerine örnekler vererek bir kere daha okuyucularının zihninde yeni ufuklar açıyor. "Gündelik hayatı yaşarken her yaptığımız şeyin son olabileceğini, bunun bir kere daha tekrarlanmayabileceğini idrak ediyoruz. bu son olabilir diyoruz. ama bir kere daha son yanılsamasıyla sonluluk fikrini yumuşatıyoruz." Sıkıntılı bir dünyanın sonunda gazete okuyor insanlar, aldırışsız insanlar güneş gibi parlayan portakallar yiyorlar. J.C. de Melo Neto

Aynalar Koridorunda Aşk

Aynalar Koridorunda Aşk, romanın vaatlerini genişletiyor. Ateşe pervane ruhlar, daha ne kadar kül olmadan aynalar koridorunda yürür? Kendi varlığımızın labirentinde kaybolmuşken, kim bize çıkışı gösterir? Bir başkasının dünyasında var olma çabası, bir çift göz bebeğinde yansıma arzusu, bizi nerelere sürükler? Elimizi tutacak bir el arıyoruz ümitsizce, o el bizi ne kadar taşıyabilir? Aradığımız cevap, çoğu zaman sormayı en son düşündüğümüz kişide gizlidir. O kişi kim? Dr. Mavi, bir psikiyatrist. Beyaz, yaşlı bir yaşam. Kırmızı, Sarı ve Gri, ruhumuzdaki acıların farklı renkleri. Mustafa Ulusoy her birimizin ruhunun röntgenini çekiyor. Bize, bizim sorunlarımıza, kalp kırıklıklarımıza, çıkmazlarımıza, çaresizliğimize, isyanımıza, arzularımıza, ruhumuza dokunuyor. Yürekten gelen ve içimize akan satırlarda, bu dünyada insan olarak var olmanın bedelini sorguluyor. Aynalar Koridorunda Aşkı okuyunca Aşka dair ne kadar az şey bildiğinizi keşfedecek ve soracaksınız: "Bir insan bir başkasının kalbini doldurabilir mi?" Bu roman aşkı kaybedip kendini bulanların hikâyesidir.

Giderken Bana Bir Şeyler Söyle

Yaşam denen sırrın içinde bir sırdı o Üstüne söylenen bütün sözler yarım Adı ise baki kaldı: O sırrın adı ayrılıktı. Kaybetme korkusuna, ayrılık kaygısına dair yarım kalmış sözler bu romanın sayfalarında tamamlanıyor. Mustafa Ulusoy, İnsanın Temel Acıları Üçlemesi adlı roman serisinin ilki olan Aynalar Koridorunda Aşk'tan sonra Giderken Bana Bir Şeyler Söyle ile acıların sırrını bir bir çözmeye devam ediyor. Ayrılığın bin bir rengini anlatırken, dönüp aşka bir kez daha bakmayı da ihmal etmiyor. Roman, olağanüstü kurgusu, sürükleyici diliyle, sıra dışı bir kahramanın gözünden, bir Meleğin gözünden bize bizi anlatıyor. İnsan olarak var olmanın ıstırabının şifasına giden yolları önümüze seriyor. Yaşam denen sırrın içindeki sırrı katman katman açıyor, dertlerimizin kaynağını gösterip kalbimizi teskin ediyor. Bu romanı bitirince ayrılık, kaybetme ve ölüme dair korkularınızın, kaygılarınızın hafiflediğini; ölümün soğuk yüzünün güleç bir surete dönüştüğünü görecek ve hayrete düşeceksiniz: Ölümü hiç böyle düşünmemiştim. Hayatı, aşkı, ölümü ve ölüm sonrasını merak edenlere...

Ay Terapisi

"İçindeki yalnızlık bir türlü yatışmıyordu. Hayat başkalarıyla ne kadar yaşanırsa yaşansın, insan yalnızlığını aşamıyordu. O da en sonunda bunu aşmaya çalışmayı bırakmış, yalnızlığında dinlenmeye karar vermişti. Bu ifadeye bayılıyordu: Yalnızlıkta dinlenmek" Mustafa Ulusoy, Ay Terapisindeki öyküleriyle, okurlarını "yalnızlıkta dinlenmeye" davet ediyor. Bu öyle bir davet ki, bizi psikiyatrinin sınırlarına çekip kendimiz üzerine düşündürüyor. Dr. Mavinin terapi yöntemlerine tanık olurken, "ayla tanışıyor, tanıştıkça da kendi derinliğimize varıyoruz. "Ay, insanla hiç sürtüşmüyordu ama neden, neden? Neden hep yukarıda, semada intizam vardı da yeryüzünün kısmetine çatışma düşmüştü? Dr. Mavi Hadi bunu anlayalım!dedi. Masanın üzerine boş bir dosya kâğıdı koydu, insan ile ay arasında bir karşılaştırma yapalım?" Dünya seni bu kadar yormuşken, bak, ay ışığı tam önüne düşüyor. Onu takip et...

Yakınlık

Hayat dediğimiz hengame, iki insan arasındaki mesafeden ibaret. Birbirimizin ruhuna değebilmek için çırpındıkça çırpınıyor, bitap düşüyoruz sonunda. O mesafe bir türlü kapanmıyor, kapanamıyor. Kâh, içine kapanarak yakınlığı arıyor insan. Kâh, içini dökerek. Kâh alıp başını giderek. Ne içine dönmek sorunları çözüyor hayatta. Ne de gitmek. Çünkü insan gittiği yere kalbini de götürüyor. Her adım ömürden düşen bir gün çünkü. Her adım bir ayrılık. Kalbin istediği bir damla yakınlıkken, her ayrılık biraz daha mesafe. Mustafa Ulusoy, diğer kitaplarında olduğu gibi, insanın iç dünyasında olup bitenleri bilgelikle irdeliyor. Narsistik arzu çağına, varlığın dilini okuyup dilsizlikten kurtulmaya, insanla kâinat arasındaki bağlılığa, kadın erkek ilişkilerine dair çözümler üretiyor. Bunlarla da kalmıyor Yakınlık. ''Deneme yazılarının hiç bu kadar güzel olacağını zannetmezdim,'' dedirtiyor her satırıyla okura.

Dünyanın Üç Yüzü

Zaten, dünya tadımlık bir yer… Varlığımızı kaplamış bitimsiz hüzün. Bizi sevip kabullenmiş, gitmek bilmeyen misafir olmuş keder. Kasvetli bir boşluk. Sağımız solumuz karanlık. Kalbin kendisi, nemli bir zindanın duvarlarında mahpus. Her varlık sonsuz kere atılmış düğüm. Dünya karanlığın kendisi. Varsın, olsun. Dünyanın sadece üçüncü yüzündeyiz. Bize aldırmadan giden, kalbin alakasına, fikrin merakına değmeyen yüzünde. Yitiyoruz. Bu dünyada. Hep birlikte. Gidiyoruz. Varsın, olsun. Varsın, bir buz sarkıtının ucunda donarak asılı kalmış bir su damlası gibi, dünyanın üçüncü yüzünde asılı kalmış olsun varlığımız. Bir de dünyanın birinci ve ikinci yüzü var… Bu dünyada bütün çektiklerimize değer. Mustafa Ulusoy Dünyanın Üç Yüzü’nde dünya ‘aldatı’larının neden olduğu problemlere karşı psikiyatri, ahlak, felsefe, akıl ve kalbin sunduğu bütün enstrümanları kullanarak okuyucusuna çözümler getiriyor.

Nietzsche ve Babaannem

Nietzsche felsefeciydi. Babaannemse sıradan biriydi. Nietzsche, üniversitede ders verirdi. Babaannem, hayatında okul yüzü görmemişti. Ünlüydü Nietzsche, bütün Avrupa ondan hayranlıkla bahsederdi. Babaannemse yalnızca kendi köyünde bilindi. Bu iki ölümlü, aynı gezegenin misafiri oldularsa da bambaşka dünyaların insanıydılar. Yine de bir yerde buluştular: Dönülmez kararlar kavşağında. Tercih etmedikleri bir dünyada, yaşamlarını sonsuza dek etkileyecek bir 'tercih’te bulunmalıydılar çünkü. Kararlarını verdiler. Sonra da seçtikleri yola sapıp bir daha asla karşılaşmamak üzere ayrıldılar. Nietzsche kolay olanı seçmişti, babaannemse zoru. Mustafa Ulusoy Nietzsche ve Babaannem’de en insani ama aynı zamanda en çetin meseleleri irdeliyor. Hayatın anlamı, ölüm, hiçlik, sonsuzluk arzusu, yabancılaşma, mutsuzluk, anlaşılamama, sevilmeme korkusu gibi bütün çağların ortak meselelerini cesaretle ele alırken; herkesin elbet bir gün yolunun düştüğü o dönülmez kararlar kavşağında buluşuyor okurla.

Evlilikler Yalnızlıklar Umutlar

İnsan ruhu en çok bir başkasının ruhunda demlenmek ve olgunlaşmak ister. Bu yüzdendir ki hepimiz sevgi ve sadakati ararız bir ömrü boyunca. Hayatın tozlu yolları önümüzde çatallanırken, birçok şey gelir başımıza. Yollara bir başkası için, bir yoldaş için düşmüşüzdür. Bu yoldaki her adımımızda anılar bırakırız ardımız sıra. Derken, birisi çıkar karşınıza. Hoşlanırsınız. ''Onu kendime nasıl bağlarım,'' diye sorarsınız. Kimse kimsenin kalbine hükmedemez halbuki. Karşılıksız bir aşka tutulduğunuz da, ''Nasıl unutabilirim,'' diye sorarsınız. Bekarsanız, ''Beklediğim kişi ne zaman karşıma çıkacak ,''diye sorarsınız. Siz bu melankolik bekleyişteyken, ''Hala birini bulamadın mı,'' diye soran kendini bilmezlerle karşılaşırsınız. Bin bir umut evlenirsiniz. Tam mutluluğu yakaladım derken aslında her şeyin şimdi başladığını anlarsınız. ''Evlilik bu muydu,'' diye sorarsınız. Artık biri cehenneme biri cennete çıkan iki yol vardır önünüzde. Mustafa Ulusoy, çeyrek asırlık psikiyatristlik deneyimini kullanarak evliliği bir cennete dönüştürmenin ipuçlarını sunuyor ve sorunların içindeki umudu gösteriyor.

Mustafa Ulusoy'dan yeni bir roman: Hayat Apartmanı

26 Kasım perşembe akşamı. Saat, 20.55-21.33 arası. Hayat Apartmanı’nın önünde esrarengiz bir genç kız beliriyor. Üstünde okul üniforması var. Görünüşü biraz ürkütücü, biraz tekinsiz; sanki başka bir dünyaya ait. Hayat Apartmanı’nın kilidi bozuk kapısından bir hayalet gibi içeri süzülüyor. Issız ve karanlık merdivenlerden ağır ağır çıkmaya başlıyor. Kızın attığı her adımda bir sır açığa çıkıyor, her adımında biri ölüme daha da yaklaşıyor. Dünyanın dört bir yanına saçılmış hayatlar bir noktada birleşiyor. Hırsız Mülayim Fikirtepe’deki gecekondusunda esrarın dibine vuruyor. Selma buğulu gözlerini televizyona dikmiş, kulağı kapıda bekliyor. Londra uçağındaki Kardiyolog Murat Bey, Avrupalı meslektaşlarına yapacağı etkileyici konuşmanın hayaline dalıyor. Müküslü Ramazan rüyasında ak sakallı bir dede görüyor. Küçücük bir iyilik bütün dengeleri değiştiriyor. Halepli Muhammed, Kilis’teki evinde eskiden yaşayanların hikâyesini merak ediyor. Ünlü müteahhit Mehmet Göğebakan, yakın gözlüğünü elinde evirip çevirirken artık yaşlandığını idrak ediyor. Dursun spor salonunda yüz yirmi kilo ağırlığı kaldırıyor, salonda bir alkış kopuyor. Numan, New York’ta, Lafayette Caddesi’ne yürüyüp gözdesi olan Madison Square Park’a ulaşıyor. Tarihçi Kâmil seyrettiği Into The Wild filmini tam o sahnede durduruyor. Daha birçok hayat tam o anda, Mualla Hanım’ın ömrünün son anında birbirine mühürleniyor. Mualla Hanım, evinin salonunda yerde yatarken, tiz bir kahkaha ile neye uğradığını şaşırıyor. Kara kaşlı, kara gözlü, buğday tenli, dünya güzeli Cemile buz gibi bir sesle fısıldıyor: “Ölümün benim elimden olacak.”
© 2013 Mustafa Ulusoy. Her hakkı saklıdır.