Yazıları

GECELERE MEYDAN OKURDUN

29.09.2014 21:00

Not: Bu yazı kızım Zeynep Ulusoy tarafından dedesi Halil Ulusoy için yazılmıştır.   

Anılar altında ezildiğimde, senin gibi güzel olamadım dedeciğim. Boynum bükükken senin hayata sarılışın gibi sarılamadım hiçbir şeye. Sabahlara sen gibi uyanmak vardı. Gece aydınlığa dönüşürken, içinde gizlediklerini teker teker sana gösterirken izlemek vardı. Gittin. Gittin ve tüm anıları beraberinde götürdün.

Özlemek bir tek sana yakışıyordu bu kadar. Daha önce gördüğün, ama görmemiş gibi unuttuğun bir yeri özlemek... Hikayelerin de seninle beraber gittiğinde yetim kaldık biz.

Son bir kez daha baktın aynaya. Ceketinin ilk iki düğmesini ilikledin ve gömleğinin yakasını düzelttin. Sonra kahverengi, senin gibi küçük tarağınla taradın güzel saçlarını. Zaten çoktan kahvaltını etmiş, çayını içmiş, uzun uzun düşünmüş ve çayı yaratan Rabbi'ne şükretmiştin. Çörekotu her zamanki gibi masanın üzerindeydi, üzümünü de eve gelince yemeği planlıyordun. Buzdolabında çok şükür her şey vardı. Çökelek peynirin vardı, balın vardı, yarına torununun öğrettiği patatesli yumurtayı yapabilirdin, bunun için yumurtan vardı. Kuyruk yağın vardı, zeytinyağı olmazsa olmazındı zaten. Ve sen aynada kendine gülümsedin, çıktın evden.

Ayakkabıların hafifti ve bu seni en çok mutlu eden şeylerden biriydi. Yürürken ve semaya bir gün kavuşacağını beklerken hafif olmak senin için çok önemliydi. Yollarda insanlara Allah'ın selamını iletirdin. İlk görüşte aşk bu olsa gerek. Aşık oldun ve gördüğün tüm insanlara anlattın özlemini. Acaba kavuşman ne zaman gerçekleşecekti?

Yola çıkma vakti gelince giderdin. Vakit gelince gitmeyi bilmeli insan. Bekleyenlerin vardı. Okulda koşan birçok çocuğu gülümsetmeliydi ayakkabıların. Yalnızlıklar içerisinde anneni kalbinde taşırken adım adım ilerlerdin ekmek teknene. Ve ulaştığında dükkanına içinde hiç bilmediğin şeyler canlanıverir alırdı tüm korkularını. Korku yoktu. Allah vardı. Sakince sobanı yakar ve ısıtmaya çalışırdın ayakkabılarını. Sonra teker teker dışarı çıkarırdın kutuları. Sergilerdin. Alıcısını beklerdi terlikler. Belki birkaç saat sonra bir başkasının ayağında olacak olmak heyecan vericiydi.

Patron koltuğuna oturur ve müşterilerin yolunu gözlerdin. Güzel bir bekleyişti bu. Beklemek hep güzeldi senin için. Bir çay söylerdin karşıdaki kahvehaneden kendine. Bir ödüldü galiba bu. Isınırdı ellerin. Ama tırnakların çok güzeldi, fazla güzeldi. Gözlerin hep mavi baktı bu dünyaya. Çok güzeldin. Gereğinden fazla belki. Bir dede için. Bu kadar güzel olmak imrendirici bir şeydi.

Yıllara meydan okumak gibi bir derdin yoktu. Sadece yürüyüp gitmek istiyordun. Yol nereye götürürse. Ama başıboş değil. Yolculuk gibi. Ama yalnız. Biraz da yine de arkanda birileri olduğu güvenini taşıyarak. Ama eksik. Belki bazen buruk. Ama huzurlu. Ama ümit ederek.

Ağlardık biz hep Harem'de kalkan otobüsün ardından. İstanbul'a yaptığın ziyaretler bize bir ömür mutlu olmaya yeterdi. Ama gelirdi o kahrolası zamanlar. Gizli gizli ağlama vaktiydi şimdi. Sungurlu'yu özlemiştin. Giderdin... Biz de otobüs koltuğunda otururken sen gülümser, biz sana tebessüm eder, gözyaşlarımızı saklardık. Yine gelir derdi babam. Yine gelir. Peki ya şimdi? Şimdi de yine gelir misin?

Soramam ki şimdi sana, bunca insanın kalbine dokunabilmeyi nasıl başardın acaba? Korkarım çok sevmekten. Çok sevdiğim insanlardan gün geldi nefret ettim ben. Ama şimdi korkmuyorum. Cevabını bildiği şeyden korkmaz ki insan. Allah'ın kalbime koyduğu hiçbir sevgiden korkmuyorum.

Avuçlarında nice dualar gizliydi. Gecelere meydan okurdun avuçlarınla. Uyurdun. Erkenden. Odanın kapısını kapatarak. Işık kapalı. Kapı kapalı. Güneşe kavuşmak isteyen bir sen. Biz torunlar uyanık. Muhabbete dalmış, çay yenileme derdinde. Çekirdekler düşmüyor ağzımızdan. Sizde kaldığımız gecelerden bahsediyorum. Sesimizi duyar, uyanır, gelirdin. Gelirdin ve üzülürdük uyandırdığımıza. Tamam belki sevinirdik. Biraz sevinirdik. Evet, çok sevinirdik. Gelirdin. Gelirdin ve yaşımız küçük olmasa da oynatırdın bizi. Bir tek sen bilebilirdin ki belki de oyun oynamaya en çok çocuk olmayanların ihtiyacı vardı. Çocuk olamayanların ve büyüyememişlerin.

Masanın etrafında toplanmak, beyaz muşambanın üstünde. Küçükken. Yufka ekmeği varken. Babaannem yorulmak nedir bilmezdim, demeye başlamamışken. Ne güzeldir yufka ekmeğe bal çalışını izlemek şimdi. Ne güzeldir! Dürüm yapışını seyretmek... Yufka ekmeğe... Babaannem belki kayısı reçeli de yapmıştır. Sizin ağaçtan. Ve tüm torunlara bir dürüm. Dededen. Yavan yavan balla yağ, yuntuları dedeye, kalan Sena'ya, Sümeyye'ye, Zehra'ya ya da babaanneyee!

Bir şarkı söyle şimdi dedeciğim bana. Son bir kez daha, bir şarkı söyle. Tüm anılarımızı barındırsın içinde. Ne zaman özlersem seni o hatırıma gelsin. Gülümseyeyim. Ve ben de bekleyeyim. O günü. Senin beklediğin gibi. Kavuşmayı. Hayatı ve ölümü son kez hatırlayayım yanına gelmeden. Bir şarkı söyle dedeciğim bana! Son bir şarkı daha!

Zeynep Ulusoy

© 2013 Mustafa Ulusoy. Her hakkı saklıdır.